http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1235310621&news_code=1323608768&year=2011&month=12&day=11
Boğaziçi Starbucks’ta
şenlik var...
Boğaziçi Üniversitesi’nin
zengin çocuklarının gittiği bir okul olduğu fikri ne zaman ortaya çıktı
bilmiyorum. Belki de Robert Kolej zamanından kalma bir önyargıdır bu.
Ne zaman Boğaziçi’nde hak
talep eden bir eylem yapılsa, herkes bir ağızdan bunun esas meselelere temas
etmeyen tali bir şey olduğunu söylemek için sıraya girer. Onlara göre,
Boğaziçi’nin ayrıcalıklı ve şımarık öğrencileri böyle “artistlik” yapmamalı,
mümkünse asıl ait oldukları yere, yani partilerle konserlere falan gitmelidir.
Bu garip argüman, pek sevilmiş
olsa gerek ki, senelerdir kullanılır. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine eylem
yapmayı, okulları üzerinde hak talep etmeyi, başka üniversitelerin öğrencileri
ile dayanışmayı yakıştıramazlar bir türlü. Sonuçta onlar bir avuç zengin
çocuğudur. Fazla konuşmasınlar, devletin iyi üniversitelerinden birinde
oldukları için şükretsinler, oturup derslerine çalışsınlardır.
Geçtiğimiz salı günü
Boğaziçili bir grup öğrenci, okulun orta yerinde birdenbire peydah olan Starbucks’ı
protesto etmek üzere bir eylem başlattı. Bu konuda hazırladıkları metinden de
anlaşılacağı gibi, dertleri yalnızca küresel sermayenin sembollerinden biri
haline gelmiş Starbucks’la değildi. Onlar kampüsün artık öğrencilerin
yaşayabileceği, kolayca karnını doyurabileceği ve birlikte vakit geçirebileceği
bir mekan olmaktan uzaklaştığını söylüyorlardı:
“Starbucks'ın açılmasıyla
hız kazanan ticarileştirme ve nezihleştirme sürecine bir göz atalım istedik.
Bilenleriniz bilmeyenleriniz; zamanında bu okulda öğrenci kantini
diyebileceğimiz bir yerler vardı. Sahiplenebildiğimiz,
paramız olsun ya da olmasın oturup karnımızı doyurabildiğimiz, iki muhabbetin
belini kırıp neşelendiğimiz, kısaca 'bizim' diyebildiğimiz öğrenci dostu bir
mekan.”
Öğrencilerin kendi
mekanlarını geri istemelerinden daha doğal ne olabilir. Ama anlaşılan, bu
herkes için o kadar makul bir sebep değil. Öğrencileri caka satmakla,
üzerlerine düşmeyen meselelere burunlarını sokmakla, hatta tamamen kitabi ve
teorik kalıp hayatı anlayamamakla itham edenler oldu. Halbuki yaptıkları gayet
somut bir eylemdi ve gayet pratik bir soruna işaret ediyordu. Üniversitelerin
ticarileştirilmesi ve mütenalaştırılmasına itiraz etmeleri de, soyut bir
talepten ziyade, tamamen hayatlarını ilgilendiren bir meseleye dair söz
söylemekten ibaretti.
Yukarıda alıntıladığım
basın açıklamasının ardından, öğrenciler salı günü itibarıyla Boğaziçi’ndeki
Starbucks’ı işgal ettiler. (Bu yazının yazıldığı şu saatlerde işgal hala devam
ediyor.) Orada kendi yemeklerini yaptılar, çaylarını dağıttılar, çorbalarını
pişirdiler. Kimi ders çalıştı, kimi günlük faaliyet programını düzenlemekle
uğraştı, kimi atölye çalışmaları yapılmasına önayak oldu. Tartışmalar
düzenlendi, film gösterimleri yapıldı ve kimi dersler bile Starbucks’a taşındı.
Böylece öğrenciler, kendilerini ait
hissetmedikleri bir alanı, içinde yaşayabilecekleri bir mekana dönüştürmeyi
başardılar.
Bunu yaparak, hepimize
çok önemli bir gerçeği hatırlattılar. Üniversite öğrencilerindir. Öncelikle
onlar için var olan, onlara ait olması gereken bir kurumdur. Öğrencilerin
taleplerine, ihtiyaçlarına yanıt vermeyen bir yerden üniversite diye söz etmek
mümkün değildir.
Boğaziçi Üniversitesi bir
devlet okuludur. Yalnızca zengin çocuklarına değil, her türlü gelir grubundan öğrenciye
eğitim vermektedir. Bütün bu öğrencilerin ucuz ve sağlıklı yemek yiyebileceği,
bunu yaparken de rahat rahat oturup ders çalışabileceği ya da sadece
konuşabileceği mekanlara ihtiyacı vardır.
Böyle mekanlara kantin
diyoruz. Kantinlerde sadece ders çalışılmaz. Bazen notlar gibi ilişkiler de
temize çekilir, keyifler yerine gelince hep beraber şarkı söylenir, ya da kimi
zaman bir köşede sessizce oturulur. Ama illa ki uzun uzun vakit geçirilir, yeni
arkadaşlıklar kurulur, art arda çaylar içilir ve konuşulur, konuşulur,
konuşulur.
Konuşulur ki, öğrenilen
onca şey yavaş yavaş yerine otursun, bir tortu gibi dibe çöküp görünür hale
gelsin.
Tüketmediğiniz sürece bir
köşesinde oturup vakit geçiremeyeceğiniz ama yine de size “müşteri” yerine
“misafir” demeyi tercih eden Starbucks’ta bunu yapamazsınız.
O zaman onlara kimin
misafir kimin ev sahibi olduğunun hatırlatılması gerekir.
Boğaziçi öğrencilerinin
yaptığı tam da budur.
açıkcası eğer burayı okuyorsa köşe yazısına sahip kimseler,
YanıtlaSillütfen bir de şu önyargı ile ilgili bir yazı kaleme alsınlar.
"bugün bu işgali bir parçası olanlar,2-3 sene sonra uluslararası şirketlere girmek için kapılarında kuyruk olacaklar, birbirleriyle yarışacaklar."
Evet, doğru. Bir işe girmek için kuyruğa giriyor üniversite mezunu, hem başbakan'ın dediği gibi "her üniversite mezunu iş sahibi olacak diye bir kaide yok", aç da oturabilir.
YanıtlaSilfakat neden boyun eğelim, "birbirimizle yarışalım?" Beyaz yakalılar da örgütleniyor bugün. Mesela "Plaza Eylem Platformu" var. Bu cümleyi sarfeden, kendini buna hapsetmiş olsa da yaşamanın tek koşulu rekabet değil. Dayanışma var...
@escey >
YanıtlaSilöyle bir yazı da yer aldı:
http://www.bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/134664-senlige-devam-bogazici
ama bence o önyargıya kapılmış olanlar, daha da absürt olup saçmalamanın farklı türevlerini oluşurabilirler de; çünkü onlar amacı anlamamaya odaklanmış bir kimse, iki kimse...
talebinizi değerlendireceğim.
YanıtlaSilimza: "köşe yazısına sahip kimseler"