Bir önceki hafta Dora Göksal ile birlikte Boğaziçi Üniversitesi’nde süren Starbucks İşgali‘ni ziyaret etme şansı bulduk. Hareketin içerisinde yer alan Esra Özban ve Can Evren ile yaptığımız söyleşide, daha önce basında yer alan konular yerine, işgale yöneltilen eleştirileri, hareketin güçlü ve zayıf yanlarını, bundan sonraki sürece ilişkin ihtimalleri ve “Boğaziçili kimliği”ni değerlendirdik. Klasik bir söyleşinin aksine, biz de hayli katılımcı davrandık ve özellikle “Neden Starbucks?”,“Tek sorun sanki Starbucks’mış gibi niçin orayı işgal etmişler”, ”Küresel sermaye destekli başka işletmeler de var, onlara niçin dokunmuyorlar?” gibi eleştiri ve sorulara yanıtlar aradık. Umarım Boğaziçililer’in işgali daha iyi anlatmasına vesile olabilmişizdir.
***
Doğu Eroğlu: İşgalin birinci ayını tamamladınız. Harekete verilen destek ne durumda? Bizzat katılmayan öğrenciler de size destek veriyorlar mı?
Esra Özban: Dışardan bir çok farklı muhalif gruptan ve başka üniversitelerden dayanışmaya gelen arkadaşlar oldu. Onun dışında fiilen katılmasa da destekleyen öğrenciler var ama aynı şekilde gelip kahve alan öğrenciler ve akademisyenler de var. Durum biraz karışık yani.
Doğu: Harekete karşı bir tepki oluştu mu öğrencilerde?
Esra: Kısmen. Fakat örgütlü bir tepki değil. Boğaziçi’nde çok küçük bir kesim örgütlü. Bir karşı kampanyadan söz edemeyiz. Ancak bireysel olarak bu duruma tepki gösterenler oluyor.
Doğu: ODTÜ’deki öğrenciliğim boyunca üniversitedeki değişimi bizzat gözlemledim; basit işletmeler şekil değiştirdi ve kampüs dışındaki teşebbüslere benzemeye başladılar. Kantinler kira giderlerini karşılayabilmek ve karlarını artırabilmek için büyüdüler. Burada süreç nasıl gelişti?
Esra: Orta Kantin dediğimiz yer buranın solcu, ucuz kantiniydi. Onu üç sene önce kapattılar. Şimdi onun yerine aynı isimde, ancak bir sandviçin 3 buçuk liradan aşağı olmadığı, beyaz peynirli tost yerine fesleğen soslu şeylerin servis edildiği, berlinerlerin falan bulunduğu bir yer açıldı. Kaliteli ama pahalı yemek satılan bir yer oldu. Onun dışında, burası çarşı kantini. Wonderland diye bir yer vardı, şu anda biz onun mutfağını kullanıyoruz. Biz burada olduğumuz için açamıyorlar. Yukarıda da şubesi olan, oldukça pahalı, taco falan servis edilen, satılanların isminin dürüm değil “wrap” olduğu bir mekandı.
Doğu: Peki yurt ve bölüm kantinlerinde durum nasıl?
Esra: Bizde ODTÜ’deki gibi bir kantin geleneği yok. Mühendislikte koridordaki bir tezgahtan oluşan bir kantin var. Onun dışında her binada çay-kahve bulunan, atıştırmalık şeylerin satıldığı küçük büfeler var, onlarda yemek satılmıyor. Yurtlarda zaten kantin yok.
Doğu: Ya yemekhane?
Esra: Yemekhane ücreti şimdilik 2 lira 25 kuruş. Akbille aldığımız için ikincisini 4 lira 60 kuruştan, yani ikinci yemeğe iki katı fiyata veriyor. Bunlar eski akbil olduğundan ötürü bir dolu derdi var yemekhanenin. Yemekhanenin açık olduğu saatler de genellikle derslere denk geliyor. 12-2 arası ile 5-7 arası servis veriyor. Okulda yemekhane dışında sıcak yemek yapan tek yer var. Kuzey Kampüs’ün çatısına açtıkları NH diye bir yer. Orada da 8-9 liradan aşağıya tablot yemek yeme imkanı yok.
Doğu: Bir süredir beslenme konusunda bir sıkıntı vardı yani.
Esra: Eskiden daha makuldü. En azından bir salatacı vardı, 2-3 liraya bir şeyler alıp doyabiliyordum. Ancak o da üç kampüs içinde küçücük bir dükkan, yani yemek sorunu uzun süredir var diyebiliriz.
Doğu: Kırtasiye ve diğer ihtiyaçlarınızı nasıl karşılıyorsunuz?
Esra: Okulun içerisinde iki tane kırtasiye var, bir de Kuzey’de kütüphanenin fotokopicisi var. Ancak çoğumuz bu tür ihtiyaçlarımızı daha ucuz olduğu için Hisarüstü’nden karşılıyoruz.
Doğu: Okulun yurt kapasitesi ne durumda?
Esra: Gereken durumlarda inşaat yapsalar da, Güney’deki inşaat yasağı öne sürülerek yurt binası yapmıyorlar. Güney’de topu topu iki yurt var. Kuzeyde iki tane daha yeni yurt açıldı fakat hala yurt kapasitesi yeterli değil. Okulun politikası, her öğrencinin bütçesine göre seçenekler sunmak. Ancak bu pek gerçeğe dönüşmüyor; Superdorm isimli yurtta tek kişilik odalar bundan seneler önce 550 liraydı.
Doğu: Ortadaki durum şu, okul yiyecek, barınma ve diğer ihtiyaçlar konusunda makul alternatifler yaratamıyor.
Esra: Yaratamıyor. Rektör, “Yemekhane konusunda hiçbir şey yapamam, maliyetin bir kısmını zaten biz karşılıyoruz. 4 lira 60 kuruşluk maliyetin 1 lira 90 kuruşunu biz üstleniyoruz” diyor. Yurt konusundaysa Kuzey Kampüs’e yurt inşa ettiği mahkemeye verildiğini söylüyor. Güney Kampüs SİT alanı ancak Kuzey’deki inşaatlar niçin dava konusu oluyor bilemiyorum.
Doğu: Bu seneden önce, öğrencilerin şikayetleri bir harekete dönüşmüş müydü?
Esra: Yiyecek konusunda hep bir takım sıkıntılar vardı. Vejeteryan yemek çıkmadığı için eylem yapıldı, küçük tepkiler yaşandı. Bunun dışında istisnasız her sene Kilyos eylemi oluyor. Hazırlıklar Kilyos’ta öğrenim görüyorlar ve ulaşım gerçekten büyük bir sorun. Geçen sene bunun için büyük bir eylem yapıldı. Yiyecek konusundaki sıkıntılarla ilgili, Orta Kantin’in kapanmasının ardından Çayhane açıldı. Çayhane açıldı. Gönüllülükle işleyen, kar amacı gütmeyen, parası olmayanın da çayını içebileceği bir öğrenci mekanı oldu, bu iki sene kadar böyle devam etti. Zaman içinde işletmelein dönüşmesi durumu ağırlaştırdı. Eskiden makul olan fiyatlar giderek yükseldi. Hemen yan tarafta da işgal başladığı sıralarda Robert’s Coffee vardı, ancak şu anda Kahvegene isimli bir yer haline gelmiş durumda.
Doğu: Buradaki harekete yöneltilen yaygın eleştirilerden biri, başka yerler yerine niçin özellikle Starbucks’ın hedef seçildiğiydi.
Esra: Gözden kaçan bir şey var. Bu tarz yerler biz bu okula öğrenci olarak gelmeden de vardı, Dunkin’ Donuts da vardı, başka işletmeler de. Eleştirileri anlıyorum, “Derdiniz rektörle, niçin rektörlüğü işgal etmiyorsunuz” dediler ancak biraz gerçekçi olmak lazım. Rektörlüğü işgal etseydik orada bir ay geçiremeyecektik. Bir yandan da Starbucks’ın sembolik konumunu ve sistem içindeki yerini de gözardı etmemek lazım.
Doğu: Üniversitedeki bu dönüşümü siz planlamadınız, böyle bir eylemliliği göze alabilecek bir noktaya geldiniz zaman içerisinde.
Esra: Eylemin buralara varabileceğini biz de düşünmemiştik. İlkin burada toplantılar yapılmaya başlandı. Starbucks üzerinden bir tartışma başladı. Uluslararası kahve piyasasını anlatan Black Gold belgeselini izleyeceğimiz gün, Starbucks’ın yakınlardaki Bebek ve Etiler şubelerinden güvenlikler geldi ve bir tartışma yaşandı. Henüz ortada işgal fikri dahi yoktu, yalnızca film gösterimi yapılacaktı. Ancak o gün Starbucks’ın okul içerisindeki özerk hali görülmüş oldu. Tepkiler o noktadan sonra arttı.
Doğu: İşgalden önce, “Starbucks’tan bedava kahve kazandınız” gibi bir kampanya yapmıştınız. Ücretsiz kahve kuponu gibi gözüken kağıdın altında da Starbucks aleyhine ufak bir slogan yer alıyordu. O kuponla gerçekten kahve almak için gidenler olduğunu duymuştum.
Esra: O eylemi Otonomcular yapmışlar. Daha önce aynı şekilde Dunkin Donuts için de yapılmış sanırım. Ancak insanların o kuponlarla gidip kahve almak istediklerini bilmiyordum, trajikomikmiş.
Doğu: Belgesel gösteriminden sonra yapılan toplantılarda ne konuşuldu?
Esra: Okulun halihazırda pek çok sorunu varken, Starbucks’ın da açılması yoğun bir tepki yarattı. İlginç bir kitle söz konusu, ortak bir örgütlülük yok. Bu insanlar Starbucks üzerinden bir araya geldi. Durum okula duyurulup açık toplantılar yapıldı. Meselenin Starbucks oluşu, başka türlü burada yer almayacak pek çok kişiyi bir araya getirdi. Bir toplantıda, “Starbucks biz burada olsak da kapanmayacak, asıl sorun yemek sorunu” diye konuşulurken, bir anda işgal gündeme geldi. 5 saatlik toplantının son kısmında konuşulan işgal ana gündem haline geldi. Konuştukça “işgal”den bambaşka şeyler anladığımız ortaya çıktı ama bir şekilde başladık. Ben de hala hareketi değerlendirir vaziyetteyim, kafam hala karışık.
Doğu: Adı ne olursa olsun şu anda bir alternatif sunuyorsunuz. Yiyeyecek ve içecek bulunduruyorsunuz ve herkes ücretsiz olarak yararlanabiliyor. Karar aldıktan sonra nasıl başladınız?
Esra: Çalışanlar zaten bizi yaptığımız toplantılardan tanımıştı artık. “Starbucks’ta Şenlik Var!” diye yapıştırmalar dağıttık okula ancak o gün işgal olacağı bilinmiyordu. Basın açıklaması ve yürüyüşten sonra içeri girdik, şaşırdılar tabi. Starbucks durumu anlayınca kasayı kapadı. Evlerde yapılan yemekler, halılar geldi. Starbucks bir anda başka bir şeye dönüştü. Bizi geceyarısı çıkartırlar diye düşünüyorduk. Güvenlikler gelip tutanak tutmak istediler. Biz de “yüz kişiyiz, hepimize tutun” dedik. Güvenlik de kem küm etti. İlk günü öyle atlattık.
Dora Göksal: Güvenlik nasıl dahil oldu olaya?
Güvenliği rektör yolluyor. Rektör bize her haberini güvenlik şefi Ejder’le yolluyor, ana iletişim kaynağımız güvenlik yani.
Doğu: Hareketler popülerleştikçe duruma hakim olmak zorlaşıyor. Basınla ilişkileriniz ne alemde?
Can Evren: Herkes burasıyla ilgili kafasından bir şeyler yazıyor. İş o kadar kendiliğinden büyüyor ki, mesele açılmaktan çok fazla ifşa olmak haline geliyor. Bu medya çağı, twitter, facebook falan güzel de, onun getirdiği sürekli ifşa olma halinin inanılmaz bir yıpratıcılığı var. Kaynaklara yetişemiyoruz; ya saklayacaksın, görünmez olacaksın. Ya da çok ciddi, net bir söylemin olacak. Şu dakikadan sonra da böyle tavırlar geliştirmek çok zor. Tanımadığımız insanlar burasıyla ilgili yorum yazıları yazıyor, sonra bambaşka kişiler onlara eleştiri yazıları kaleme alıyorlar.
Doğu: Bu kadar etki yaratacağını düşünüyor muydunuz?
Esra: Hayır, bir ay burada kalacağımızı bile düşünmüyorduk. İlk gün, birileri gelip bizi götürürler diye düşünüyorduk.
Doğu: Tartışmaların Starbucks ekseninde yürütlmesi sizi nasıl etkiliyor? Aslında pek çok üniversitede piyasayla son derece bütünleşik yapılar mevcut. Örneğin, buradaki Starbucks’ın açılmasından çok önce ODTÜ’de Starbucks’lar, Pizza Hut’lar, Burger King’ler faaliyet gösteriyordu. Teknokent ayrı bir tartışma konusu. Pek çok üniversite de ODTÜ’de başlayan bu bütünleşik modeli uygulamaya başladılar.
Can: Tartışma Starbucks gidecek mi kalacak mı noktasına sıkıştığı zaman çok kısır bir hal alıyor. Starbucks gitse de burada da Teknokent var, KOSGEB (Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı) var. Starbucks belki gider ama KOSGEB’i şu noktada götüremez öğrenciler. Buradaki mühendislik bölümleri ve öğrencileri oraya mecbur kılındı.
Dora: Orada nasıl bir işleyiş var?
Can: Yüksek lisans öğrencileri için bir takım fonlar geliyor ve araştırmalarını orası aracılığıyla gerçekleştiriyorlar. Öğrenciler de orada çalışmayı arzu ediyorlar. Böyle bir ilişki varken buna etki etmek çok zor.
Dora: Starbucks’ın işgal edilmesinden sonra diğer işletmelerde bir tepki veya tedirginlik oluştu mu?
Esra: Orta Kantin, Teras Kantin bize yemek gönderiyor zaman zaman. Ama bunun ne kadarı korku tartısılır. Biraz ilginç tabi durum ama buranın da kendine göre bir gerçekliği var. Gelen desteği reddetmedik hiç, belki buradan okunabilir.
Can: Teras Kantin yalnızca bize değil, kampüsteki tüm öğrenciler için 20 günlük bir indirim yaptı. 1 Ocak’ta tekrar eski fiyatlara döndüler. Bunların dışında da bize erzak yollayanın haddi hesabı yoktu. Teras Kantin pahalı, ama bir yandan da ekmek bulmak lazım. O tür yardımları bu yüzden reddetmedik. İlginç ilişkilere ister istemez giriyorsunuz. Bazı sorulara doğru dürüst cevap verilememesi gibi bir durum bu da. Biz neye karşı çıkıyoruz? Ne gibi bir ufuk görüyoruz? Okulun topyekün değişebilme ihtimalini gözden çıkardığımız zaman Starbucks’la diğer işletmeler arasında etik bir ayrım yapacak mıyız? Starbucks’ın ölçeği ve erimi durumu değiştirecek mi?
Dora: Neye karşı çıkıldığı belli ancak hareketin nereye gideceği çok net değil.
Can: Neye karşı çıkıldığı fikirsel olarak açık; kapitalizm karşıtlığı denilebilir bunun adına.
Esra: Teras Kantin’e veya Orta Kantin’e gidip fiyat konusunu gündeme getirmemek önemli bir eksiklik. Yemehaneyi dile dolayıp NH Teras’a dokunmamak yada Kennedy Lodge’a laf etmemek anlamsız olur.
Doğu: Buradaki işgal sürüyor, diğer mekanlar için herhangi bir boykot çağrısı düşünülüyor mu?
Esra: Şu an hiçbir şey kesin değil. Ama diğer kantinlere bir şey yapılmamasından rahatsız olan bir kesim var. Ben de onlardan biriyim. O zaman iş çok “Starbucks” kalıyor, diğer mekanlarla bir derdimiz yokmuş gibi anlaşılıyor. Gezici işgaller veya boykot benzeri şeyler olabilir. Bu eylemler ikinci döneme kalacak.
Doğu: Genel bir boykot olduğu takdirde bütün bu işletmelerin sunduğu hizmetlere alternatif yaratabilecek kapasiteye sahip misiniz?
Esra: Biz şu anda her türlü gıda hizmetinin alternatifini oluşturabilecek kapasitedeyiz. Kazanlarımız ve diğer ekipmanlarımızla her şeyi yapabilecek durumdayız. Ama bu öğrencilerin yapması gereken bir şey değil, okulun bunu öğrencilere sağlaması gerekli.
Can: Ben kişisel olarak, bizim hizmet sağlayıcı konumuna geçmemizden ziyade, okuldaki işletmelerin kar amacı gitmeyen biçimde kurumsallaşmalarını daha çok önemsiyorum. Bu fikre doğru küçük adımlarla da olsa ilerlenmesi çok daha önemli. Açıkçası öğrencilerin düzenli olarak kazan kaynatabileceğine çok da inanmıyorum.
Doğu: Kısa vadeli hedefleri geçiyorum, orta vadede hedef üniversitedeki işletmeleri kar amacı gütmeyen hale çevirmekse, bu olsa olsa uzun süreli bir boykotla işletmelerin sözleşmelerini feshetmelerini sağlayıp, kimsenin yeni ihaleye girmeye cesaret edememesiyle sağlanabilir.
Can: Ama o zaman geldiğinde eskilerin yerine geçecek kurumsal bir alternatif ortaya koyabilmemiz gerekli. Şu anda böyle bir kuruluş yok. Kooperatif kurma gibi bir fikir var ama bir yandan da zor bir süreç, yükümlülükleri hayli ağır.
Doğu: Derdiniz Starbucks değil yani.
Can: Kesinlikle değil. Starbucks da kapansın tabi, o ayrı. Güney’de mutfağı olan çok az yer var. Orta Kantin, Teras Kantin ve burası. Açılabilecek yer sayısı sınırlı olduğu için, Starbucks’ın gitmesi de uzun vadeli hedeflerimizin bir parçası haline geliyor.
Doğu: Starbucks’ın burası için ödediği 24 bin liralık kiraya ne diyorsunuz?
Can: Olay şu, kamu sektörü dönüşüyor ancak zaman zaman dönüşümden arta kalan alanlar ortaya çıkıyor. Burası hala bir devlet üniversitesi. Ara yasalar mevcut. Buranın kiralanması Milli Emlak Müdürlüğü’ne bağlı olduğu için kira ücretini atayan İstanbul Defterdarlığı. Dolayısıyla üniversite aslında Starbucks’la kira pazarlığı yapmamış. 24 bin liralık kirayı devlet atamış yani. Dolasıyla kamunun yarattığı boşluktan ötürü, Starbucks burayı ucuza kiralamış. Başka semtlerdeki şubelerin aylık kiraları 25 bin liradır.
Dora: Destek olan insan sayısında aradan geçen sürede nasıl bir değişiklik oldu?
Esra: Tabi ki başta daha yoğun bir destek vardı ama bu süreç içinde artıp azalıyor. Destek konusunda değil ama burada konaklama konusunda zaman zaman sıkıntı yaşanıyor. Burada bir komün yaşantısı kuracağız iddiasıyla yola çıkmamıştık zaten. Dolayısıyla böyle sorunlar yaşamamız normal.
Can: Böyle patlamalı hareketlerin tıkandığı noktalar oluyor. “Bam, bam!” diye bir şeyler oluyor ama istikrarlı biçimde sürmüyor bunlar.
Dora: Başka süreçlerle benzeşen noktalar var, siz de bunlara değiniyorsunuz. 2010 yılının sonundan itibaren dünyada oluşan hareketler bizim geçen yüzyılda öğrendiklerimize benzemiyorlar. Bir ideolojik düsturu yok, belirli bir yol yok, kimden geldiği, nereye gideceği belli değil. Ama hareket son derece şiddetli biçimde patlıyor. Heyecan dalga dalga yayılıyor. Fakat hareketlerin ortaya çıkış sebebi bir sorun. Herkes o soruna karşı meydanlarda yer alıyor. Arap Baharı hareketi de, Wall Street İşgali de buna benzer süreçleri yaşadılar. Ancak ortaya çıkma sebepleri belirli sorunlar olduğu için, hareketler bir türlü “anti-varlık” olmaktan öteye gidemiyorlar. Bir şeye karşısın ama kendini konumlandırdığın yer sadece onun karşısında olmak hali. Yerine ne koyabileceğini bilemiyorsun. Hareket heyecanla yürüyor, devamlı olarak yollar aranıyor. O yollar tükenmese de, farklı alternatiflerin varlığına karşın, süre geçtikçe hareketler sönümleniyor gibi oluyor. Eskiden işlerin sönümlenmesi alternatifsizlikten olurdu, şimdi ise alternatiflerin fazlalığından oluyor. Zaman geçiyor insanlar yorulmaya başlıyor. Burada yaşanan süreç nasıl ilerleyecek?
Can: Bize çok tesir eden bir mesele bu. Alternatifsizliklerde ilk gidilecek fikirsel nokta, büyük bir yeniden başlama fikri oluyor. Bu da küçük adımları zorlaştrıyor. Halbuki burada bir sürü gidilebilecek yol var. Bu yolları tek tek değerlendirmek yerine biz genellikle en sonunda varılacak büyük olayı konuşmayı tercih ediyoruz. Geçmişle alakalı sorunumuz da bu. Sürekli başka bir şeyle kıyaslayarak eksiklikleri konuşuyoruz. Kıyaslı bir muğlaklık durumu yani.
Dora: Ortada çok yeni bir pratik var ancak eski metodlarla yola devam edilmeye çalışılıyor. Pratikle metod üstüste binmiyor yani. Bu işin sonunu ben şöyle görüyorum, bu eylem biçimi ya şu anda bilmediğimiz bir yere varacak. Yalnızca Starbucks’tan bahsetmiyorum. Wall Street’in işgal edilmesinin ABD’yi sosyal demokrat bir ülkeye döndürmeyeceği açık. Başka bir şey aranıyor, “Somut şeyler gösterebilmemiz için önce kendi büyüklüğümüzü görmemiz lazım, o yüzden talep listesi açıklamıyoruz ve buradayız” diyorlar. Burada da öyle, yine bir takım talepler var. Ya şöyle olacak; şu anda tahayyül edemediğimiz bir takım sonuçlar alınacak ve o sonuçlar bundan sonraki eylemlerde yol gösterici olacak.
Can: Çoğu zaman, büyük sonuçların alınamayacağı beklentisi ve hayal kırıklığı, daha yola çıkmadan geri adım atılması karamsarlığını da beraberinde getiriyor. Hareketler kendine dönük bir sinizme doğru ilerliyor. Büyük-küçük, yapılan işleri ciddiye almak lazım.
Dora: Bütün bu hareketlerin ortak noktası örgütlü olmamaları. Bu olumlu bir şey gibi gözükse de insan sayısının dalgalanması sizin motivasyonunuzu etkileyebilir. Bu yanıyla da olumsuz bir durum.
Esra: Bu başta da konuşulan bir durumdu ancak o kadar da umursanmadı. Çünkü o zaman herkes heyecanla buraya gelip bir şeyler yapıyordu. Şimdi ise bu konunun tartışmalarda daha çok geçtiğini söyleyebilirim. Birbirine karşı sorumluluk sahibi olma pratiğini bir şekilde bir zemine oturtmak gerekiyor. Burası senin bir gün gelip, bir hafta kaybolduktan sonra ortaya çıkabileceğin bir yer olmamalı.
Can: Örgütsüzlük aslında içeride bir eşitlik olduğu anlamına gelmiyor, formal olmayan yapılar her zaman var. Örgütlü olma veya olmama seçimi yanlış bir tartışma, bizi örgütleyen yapılar zaten onları görsek de görmese de var. Model süreç içerisinde gelişecektir, ama gelişene kadar da büyük bir karın ağrısı olacaktır. Bu karın ağrısı aynı zamanda üretken de bir şey. Belirli bir pragmatizm biçiminin gelişmesi gerekiyor, Tanıl Bora’nın “iyi pragmatizm” diye tarif ettiğinden. Karın ağrısını koruyan, ama pragmatik bir boyutu da olan. Bir noktaya kadar okul yönetiminin öğrenciyle muhattap olmaması, bu karın ağrısını diri tutuyor. Ama motivasyon ortadan kaybolduğu zaman varolma isteği azalıyor. Yanına baktığında ilk yola çıktığından daha az sayıda insan görüyorsun. Ancak başarısız olmaktan da korkmamak lazım. Önümüzde beş haftalık bir tatil var. Hareket bu süreçte yepyeni bir biçime dönüşebilir. Bunlardan çok çekinmemek lazım, yapılan şeyin arkasında durmanın başka yolları da olabilir.
Dora: İnsanların kahve almaya devam etmesi beni çok şaşırttı. Bunun sebebini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Can: Ben de şaşırıyorum. İçeride böyle bir şey var, girmeyelim diyecek daha çok kişi olur diye düşünmüştüm. Militan olarak alan insanlar oldu, özellikle her gün üç kere alan kişiler çıktı.
Doğu: Friedman’cı bir yaklaşım herhalde bu; işgale rağmen kahve almaya devam edenlerde “Benim özgürlüğümü engelliyorsunuz!” gibi bir düşünce mi hakim?
Can: Söylem aynen bu. Ama esas olarak daha çok burada yaşananlara sinir olmaktan ileri geliyor. Bizi marjinal buluyorlar. Boğaziçi’nin bir imgesi var, Boğaziçili’nin kim olduğuna ilişkin oturmuş bir fikir var. “Boğaziçili kimiği” tehdit edildikçe, birileri bunlara sahip çıkmak için yapacaktır bunları.
Doğu: Dora da, ben de ODTÜ’lüyüz. ODTÜ’lülerin genel değerlendirmesi, tipik Boğaziçili’nin piyasayı bilen, piyasayla iyi ilişkileri olduğu yönündedir. İki taraflı bir aşk hikayesi yani. Şimdi buna aykırı bir durum var burada. Okul idaresini, Starbucks yönetimini ve başka şirketleri olduğu kadar, bu durum öğrencileri de rahatsız ediyor olabilir. Öğrenciler ve Boğaziçililer bundan niçin rahatsızlık duyuyor olabilir?
Can: Tamamen ilkesel bir ayrılık var. Boğaziçi’nin piyasaya entegre öğrenci yetiştirdiği düşüncesi, sadece buradan iş bulmak anlamına gelmiyor, o kişler Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği’ne (BÜMED) de hükmedecek. Bu eylemin Boğaziçili figürünün, tekeli altında olduğunu düşünen insanları rahatsız ettiğini düşünüyorum. Starbucks’a girmek aslında o imgeye tecavüz etmek gibi oldu. Dolayısıyla onlar, o figürü tekrar sahiplenebilmek için kahve almaya giriyorlar. İlginç bir yüzleşme çıkıyor ortaya.
Doğu: Bu “Starbucks mı kaldı” tarzı eleştiriler olaya sekte vuruyor. Olay, “Boğaziçili demek ki Starbucks’ı problem olarak görüyor” gibi bir noktaya indirgeniyor. Basınla ve çevreyle ilişkilerin tek elden düzenlenmesi ve bu eleştirilerin yanıtlanması çok da mümkün değil. İkinci döneme kadarki süreçte eyleme ara vermek belki sizin için olumlu bir sonuç yaratabilir, basın ve popülerlik baskısı üzerinizden kalkınca hareket daha yerel bir mücadele halini alabilir belki.
Dora: Sen de grevi kırmaya geldin galiba!
Can: Bu tür şeyler konuşuluyor, ara verip başka bir mecrada devam edilmesi fikri değerlendiriliyor.
Doğu: Çünkü sizin küresel izdüşümleri de olan yerel bir talebiniz var. Yerel mücadele noktasında dışarıdakiler çok köstek oluyor bence.
Can: Sabahki toplantıda ben de bunları konuştum. Boğaziçi özellikle öğrencisinin sahip olduğu konum itibariyle, özellikle son 30 senede, yerelinde kalması imkansız bir yere dönüştü. Belki 60’larda daha kendi halindeydi ama 1980 sonrasında oynadığı merkezi rolden ötürü yerelinde kalmayı becermesi zorlaştı. Medya bunu empoze ediyor, kendi içindeki geleneği bunu empoze ediyor.
Esra: Boğaziçi kültürü!
Can: Belki Boğaziçi kültürünün içinde bir gedik açma lafı zikredilebilir. Boğaziçi kültürünü toptan reddetmekten bahsedemeyiz çünkü biz de onun ürünleriyiz. Ben 8 yıldır içindeyim bu kültürün, nasıl reddedeyim ki? Bunu bir suçluluğa çevirmemek lazım. Yerel mücadelemizi vermeliyiz, medyanın atfettiği gibi dünyanın kurtarıcıları değiliz.
Doğu: Zonguldak’taki Büyük Madenci Yürüyüşü başladıktan sonra madenciler bir anda tüm Türkiye’nin gözünü çevirdiği bir özne haline geliyor. Hükümeti düşürebilecek bir güç olarak değerlendiriliyorlar. Şemsettin Denizer “Bizim Türkiye’deki iktidarı devirmek gibi bir iddiamız, derdimiz yok. Tek derdiğimiz Zonguldak’ı ve madenciliği bitirecek piyasacı politikaları engellemek” diye konuşuyor. Kapsamları ve amaçları birbirlerinden çok farklı olsa da, medyanın yönlendirmesi hususunda iki durumu benzeştiriyorum.
Can: Her harekete bir anda “memleketin kurtarıcısı” etiketinin yapıştırılması çok yaygın bir refleks haline geldi. Bu aynu zamanda, varolanı farklı bir yöne iteleme biçimi.
Doğu: Hareketleri dışarıdan değerlendiren kişilerin bakışları, yükledikleri anlamlar her zaman farklı oluyor. Hafta başında ziyaret ettiğim ODTÜ Jeoloji Kantini boykotunun sona erdiğini öğrendiğimde ufak bir burukluk hissettim. Kantinle uzlaşılmış, fiyatlar indirilmiş en nihayetinde fakat ben oradakilerin kendi mücadelesinin dışında bir anlam yüklemişim demek ki.
Dora: BÜMED’le ilişkileriniz nasıl?
Esra: BÜMED’le pek bir ilişkimiz olmadı şu ana kadar. BÜMED aracılığıyla olup olmadığından emin değilim ancak mezunlardan bu binanın restorasyonu için önemli bir miktar para toplandı. Bina bir sene önce tamamen tadilata girdi, yurt kapandı. Binada yer alan öğrenci kulüplerini çıkartmaya çalıştılar. Boğaziçi, tarihinin en kalabılık eylemlerinden birine şahit oldu. Politize olmayan kişiler bile kulüplerine sahip çıkmak için eylem yaptılar. Kulüpler bu şekilde binada kalmayı başardı ama aşağıyı da bu hale dönüştürdüler.
Dora: Kontratlarda taraf mı BÜMED? Restorasyon için niye buraya para bağışladı?
Can: Mezunlardan bağış toplayıp buranın restorasyonunu finanse edildi ancak herhangi bir kontrata taraf değiller, tamamen okula destek olmak amacıyla yaptılar.
Doğu: ODTÜ’de de farklı bir durum var. ODTÜ Mezunları Derneği boykotlara çeşitli destekler verdi.
Can: Burada bize dair müdahalede bulunmak lazım. Boğaziçi 1980’lerden sonra merkezileşti diyoruz ya. Boğaziçi zaten 1960’larda çok ayrı bir kurum, 1972’de devlet üniversitesi haline geliyor. 30 senedir devlet üniversitesi oluşu, Boğaziçili kimliğini de değiştirdi. 4-5 sene önce mezun olanlardan buraya gelip “iyi ki yapmışsınız” diyenler oluyor. 60’ların Boğaziçi mezunları böyle demezdi. Eğer Boğaziçi içinde bir yarık yaratacaksak, bunun BÜMED üzerinde de bir etkisi olması lazım. Orada bir tartışma başlaması lazım. Oradan tek bir ses yükselmemeli. Boğaziçi kültürü bir tane değil artık, birkaç tane. Burada seçim şu, biz bunun da Boğaziçi kimliği olduğunun mücadelesini mi vereceğiz yoksa “Alın Boğaziçi’niz sizin olsun” mu diyeceğiz.
Doğu: Belki de yeni bir dernek kurulmalı.
Dora: Starbucks’tan kahve alan adamlar Mezunlar Derneği’nin başında şu anda. O yüzden bir şekilde oraya angaje olunması gerekiyor sanırım. ODTÜ ile Boğaziçi arasındaki temel fark şu, kim düzenlerse düzenlesin bir hareket oluştuğu zaman kurumsal bir destek geliyor. Çünkü o örgütlerdekiler, zamanında ODTÜ’de eylemler yapan kişiler. Burada öyle değil. Doğu’nun önerisi onların vasfını azaltacak ikircikli bir durum yaratabilir ancak bana göre sizin orada daha aktif olmanız gerekiyor.
Can: Ortada çok güçlü bir Boğaziçi imgesi var, bu imgeyi reddetmekten ziyade bizim de bu yerel kültürden beslendiğimizi kabul etmemiz gerekiyor. Bu hakikati tanıyıp bunu üzerine hareket edilmesi lazım, bunu kendi çevremde yaşandığını hiç görmedim. Genelde biz Boğaziçi’ne uyum sağlayamayan, Boğaziçili olmayan Boğaziçilileriz gibi bir durum var. Bu da her şeyi küçümseme, okul yönetimiyle muhattap olmama, öğrenci temsilciliğine angaje olmama gibi durumlar getiriyor beraberinde. Bu tavrı mı devam ettireceğiz yoksa asgari de olsa bir ilişkilenme içerisine mi gireceğiz?
Dora: Eylem sayısal olarak fazla olana değil, ajitasyonu iyi yapana yarar. ODTÜ’nün kurumsal kimliğinde sosyalist, halkçı, eşitlikçi bir bakış var. Halbuki ben okulun içindeki biri olarak biliyorum ki ODTÜ’lülerin yüzde 90’ı bireysel olarak bu kimliğe sahip değil. Ama bu durum kurumsal kimliği değiştirmiyor.
Esra: Boğaziçi’ninki de değişmiyor işte.
Dora: Ben kimlik üzerinden değil, ajitasyon üzerinden bir tanımlama getiriyorum. Boğaziçi’nin kimliği değişmiyor diyorsun ama o kimliği başka bir yerde konumlandıracak birileri olmadığı için değişmiyor. ODTÜ’deki dönüşüm belki çok daha zor olurdu. Bence burada daha avantajlı bir durum var algıyı değiştirebilmek adına. Bu işgalden tahayyül ettiğiniz sonuçlardan hiçbiri çıkmasa bile, burada 30 gün kalmış olmak Boğaziçi’nin kurumsal tarihi için önemli bir başarıdır. Sadece Boğaziçi’nde değil; ODTÜ’de ilk kez boykot olmuyor ama halihazırda devam eden boykotun ilham kaynağı da burası. Yıldız Teknik Üniversitesi ve Trakya Üniversitesi için de aynı şey geçerli.
Can: Bunu burasıyla nasıl ilişkilendireceğiz? Biri geçenlerde “Sırf başkalarına ilham verdiğimiz için bu hareket devam etmeli” dedi. Biz buradan bir model veya örgütlenme biçimi önerip başkalarına bunu salık vermeye kalksak aynı etkiyi yaratmazdı.
Dora: Buradan ilham aldığını düşündüğümüz hareketler aynı metodu takip etmedi zaten. Boykota dönüştü, bu da iyi bir şey.
Doğu: Bir hak arayışı mücadelesi olduğunun anlaşıldığını gösterir bu. İlk günlerde karşılaştığım tepkiler benim çok moralimi bozmuştu. Ancak ODTÜ’de ve Trakya Üniversitesi’nde başlayan hareketler, burada yaptığınız şeyin özünün doğru algılandığını gösteriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder