8 Ocak 2012 Pazar

Boğaziçi Üniversitesi’nde “operasyon kazası”

Boğaziçi Üniversitesi’nde “operasyon kazası”

Yazar: Doğu Eroğlu  |  Tarih:  7 Ocak 2012



5 Ocak Perşembe günü Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Kampüsü girişinde alışılmışın dışında bir eylem vardı. O gün Güney Kampüs’teki Starbucks İşgal’ini ziyaret etmiş, şimdiye kadar yaşanan süreç ve ikinci dönem için planlanan takvimle ilgili bilgi almıştık. Saat 15:00 sularında ise işgalcilerle birlikte Kuzey’e doğru hareket ettik. Kütüphanenin önünde gerekli ayarlamalar yapıldı ve kısa süre içerisinde eylem başladı. Önce hoparlörlerden sorti yapan ve bombalarını bırakan uçakların seslerini duyduk. Bu sırada bombaların hedefi olan 35 öğrenci birer birer yere yığıldı, ellerinde ise Uludere’de ölenlerin isimlerinin yazılı olduğu kağıtlar tutuyorlardı. Hemen ardından, alana koşan diğerleri, yerde cansız yatan arkadaşlarının bedenlerini tebeşirlerle işaretlemeye başladı. Bombardıman bitmiş, BDP Eşbaşkanı Gülten Kışanak‘ın 3 Ocak’ta parlamentoda yaptığı konuşma duyulur olmuştu. Sonrasında ise yerde yatan öğrenciler ayaklandı, ellerinde tuttukları isimleri, işaretlenen bedenlerin olduğu yerlere yapıştırmaya başladılar. Yerlere “35 can”, “Uludere buradaydı”, “Bir halk ölüyor” gibi ifadeler yazıldı. Eylem, Uludere katliamının sorumlularını kınayan sloganlarla son buldu.
Eyleme ilişkin yayınlanan metin ise şöyle:
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ KAMUOYUNA
İnsansız Hava Araçlarıyla, İnsansız Topraklara Doğru Giderken…
28 Aralık 2011′de Uludere-Qileban’da devlet 19′u çocuk, 35 insanı katletti. Devlet ve Genelkurmay tarafından yapılan açıklamanın aksine, yıllardır devletin bilgisi dahilinde sadece kaçakçılık yapılan bir güzergahta vuku bulan bu saldırı, yalnızca basit bir “kaza” değil. Olaydan sonra hükümetin medyaya bu konuyla ilgili haber yapılmaması için emirler yağdırması üzerine CNN Türk’te canlı yayınlanan “Medya Mahallesi” programı canlı canlı sansüre uğradı ve ne vahimdir ki 12 saat boyunca medya sansürü devam etti. Bu sansürün ardından yapılan haberler ise devletin tavrını destekleyen yanlış bilgilerle doluydu.
Hükümetin ve Genelkurmay’ın açıklamaların vahametin boyutunu gösterir nitelikteydi. Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, ilk açıklamasında “Türkiye’de bir terör olayı olmasaydı bugün bu acı olay yaşanmayacaktı” diyerek “terörü kökten kazıyarak barış getirme” politikalarının aslında tam da savaş demek olduğunu açıkça belirtti. Her şeyin ayan beyan olduğu bu olayın ardından söylenen, “Bir kaza, bir hata var mı yok mu araştıracağız” cümleleriyle devlet, kendi nezdinde Kürtlerin canının ne kadar önemsiz olduğunu dile getirdi. Devletin bizzat kendisinin terörist olduğu bu savaşta R. Tayyip Erdoğan Genelkurmay’a teşekkür etmeyi kendine bir borç bilirken, ne acıdır ki devlet eliyle öldürülen bu insanlar için bir özür dilenmedi.
Bu katliamın üzerine sosyal medyada yazılanlar da bizlere, Wan depreminde de olduğu gibi yıllardır süren bu kirli savaşın toplumu nasıl vicdansızlaştırdığını gösterdi. “Kaçakçılık da vatan hainliğidir ve vatan hainleri cezasını buldu” cümlesi, üzerine bombalar yağdırılan 35 genç insanın katlinin meşru görülebildiğini en acı biçimde ortaya koydu.
Böylesi korkunç bir katliama karşı eylemlerle gösterilen tepkiler bile polis müdahaleleri ve gözaltılarla bastırılmaya çalışıldı. Yine bu hafta içinde Diyarbakır’da iki genç insan polis tarafından sokak ortasında infaz edildi ve Manisa’da iki sanatçı Kürtçe şarkı söyledikleri için 30′ar ay hapis cezası aldılar.
Bu topraklarda hüküm süren asimilasyon politikaları ve 30 yıllık sıcak savaş düşünüldüğünde, ne bombaların düştüğü coğrafya ne de aldığı canlar tesadüf olarak nitelenebilir. Yaşanan katliam, yıllardır süren askeri operasyonlar, faili meçhuller, taciz-tecavüzler, köy yakmalar-boşaltmalar, bir halka ve yürüttüğü özgürlük mücadelesine yönelik saldırılarının bir parçasıdır, hatta artık gelinen son noktasıdır.
Artık herkesin “terörist” ilan edilebildiği, tüm hükümet muhaliflerinin tutuklandığı, tehdit edildiği böyle bir dönemde, vicdanı olan kimsenin bu olaylara karşı sessiz kalmaması gerekiğini düşünüyoruz. Bu okulun sahibi olan bi öğrencilerin ise, “özgür düşüncenin merkezi” olan bu üniversitede, bu vicdana sahip çıkmaktan sorumlu olduğumuza inanıyoruz.
Eylemle ilgili öğrencilerin hazırladığı videoyu ve çektiğim fotoğrafları aşağıda bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder